dolanmaca, belgelemece, ifşa etmece!

bıdı bıdı bıdı....

28 Aralık 2010 Salı

suç mahali

haydarpaşa'nın çatısı yandı...önce çatı ve dördüncü kat yandı dediler...mimar suç mahalindeydi, tarafsızdı, dedikodulara kulak asmıyordu...zaten dördüncü kat yoktu...zira yapı zemin+ üç kat idi...ama zaten bu yüzden televizyon kötü bir şeydi...mimar korumacı değildi, yapılar insanlar kullansın diye vardı ve yanabilirlerdi de...üzülecek çok başka şeyler vardı dünya üzerinde...çatısı akan sofi'nin durumu çatısı yanan haydar'dan daha vahimdi mimar için....mimar üzülmedi, yangın alanını belgeledi, görülmemil bir estetikti...savaş muhabiri gbiyd, mimar şimdi hissen. bir enkaz alanını belgeliyordu. ortada bir suç vardı ama onu ilgilendirmiyordu. mimarın dertlendiği şeyler bunlar değildi. olay yeri ya da suç mahali...bu kentte başka kentsel suçlar,insanları suçları mevcuttu...burası sadece sansasyonel bir çatıydı, sofi'nin çatısı asla sansasyonel olamayacaktı...suç mahali mimar için insanların sadece görüneni görerek öldürdüğü bir insanlığın katliam yeriydi...mimar kızgındı ama üzülmedi...çatıydı işte, varsın yansındı....

13 Aralık 2010 Pazartesi

birbirinin içine akan bir şeyler...


arch 445_fundementals of design in works of art
tuğyan hocam! ömrü hayatımda tanıdığım en güzel insanlardan...ve yaparken en keyif aldığımız iş. seray, ismail ve ben...bu üçlü de filmle uyum içinde asla kapanmayan bir daire, bitmeyen bir döngü ve döngüsel anlaşmazlıklar silsilesi! ama ürün iyiyse sorun yok ki!
güzel binamızın güzel ışıklıkları-gridi ifşa eden yırtıklar belki- ilham kaynağımız! bu yerleştirmeyi yerleştirmek ya da yerleştirememek dönemin en büyük sorunu olmuştu! misina sağolsun istediğimiz uçar kaçar hissi verebildi de düşüp ölebilirdik o ayrı...
sinema...mekan...mimarlık....sonraları vertovla falan tanışınca daha bir başka oldu tabi ama ilk göz ağrımızın yeri hep başka!

karnını kaşıyan adam....gecekondusu yıkılan teyze...tuzla da bir ceset..bienalde bir entel...ne alakası var bunların????


bir bienal daha geçti...daha diyorum ama ben ilk defa gittim...sanata saygım sonsuz ama bu yüksek kültüre dair işler hep biraz içimi kaldırmıştır...hele şu soru yok mu...yani ne oldu?? serginin sonuna içi oyulmuş bir ekmek koyduk da ne oldu?? evet biliyoruz ekmeğin en güzel kısmını zenginler yedi...ötekilere kabuğu kaldı...küçükken de bize hep asıl vitamini kabuğunda dediler..hep bildik, hep kandırıldık...ama ne oldu yani?? sonuçta en tasarım mağazalardan giyinip en kör göze çomak ebatta jiplerle binip geldiniz bu bienale..sponsorlarınızı da astınız kocaman duvarlara ( neymiş kendini eleştiriyormuş) ne oldu yani....iyi işler vardı da...ne yani??
bienalle uzaktan yakından ilgili olan herhangi biri o saçma soruyu bir kere sordu mu???
tam bunları düşünürken...feriköy rum lisesi ayağına geçmişken sevgili bienalin, özgür gürbüz'ün muhteşem yaratcı direniş örneği çalışması duruyordu kapının önünde...işte bunu beğendim!!!


ya işte şöyle!azıcık silkin yakanızı şu kurumsallıktan. modernite boşuna mı çıkardı dünyanın çivisini.?bir işe yarasın bari...sokağa çıkın ey sanatçılar...koçun altından çıkın da sokağa buyrun dedirtti...tabi ki bu benim müze kavramıyla yaşadığım sonu gelmez uzlaşmazlıkla da ilgili bir durum...ben sevmiyorum, bilen bilir...kimse bana istanbul modern deki sanatın kamusal olduğunu anlatamaz...ya da en kamusal denen tate modern in bile...gittimhiç kamusal hissetmedim...bizim ev daha kamusal valla:))) hele ışıkları açınca varımız yoğumuz ortada:)))
neyse....
sonuşta evet tuzla vardı...gerçekti...koç un görmesi gerekmezdi gerçekliğinin meşrulaşması için...kasım ayında kaybettiğimiz Mahmut Altınöz ve Ercan Sanar ile beraber 2009'da 15 işçi ölmüştü...neyle ölmüştü???
tam bunları da düşünürken,bir kaç gün sonra, express'te beni benden alan bir fotoğraf gördüm....evet evet dedim..bu dergiyi seviyorum!!!yalvardım duyan varsa...roll bitti, ekonomik nedenlerle...ne olur express de bitmesin diye...


evet insan nerede yaşar...bunu sordunuz mu hiç??? istanbulda sıcak evinizde otururken TOKİ diye bir canavarın tonlarca insanı kapı önüne koyduğunu bildiniz mi?? bilmediniz...onları sevmediniz...hatta tiksindiniz..belki de o elit sanatsal ortamlarınızda ezilenlerin acısıyla prim yaparken mahallenizde görünce kafanızı çevirdiniz...karikatürlerde kıro, maganda ilan etmek geldi kolayınıza...işte bu yüzden de hiç almadım o dergileri...komiklerdi...ama durdukları noktayı hiç anlayamadım...bence öyle değilmiş gibi olsalar da onlarda bu yüksek kültür kesimin biraz daha eğenceli kısmıydı...maganda tiplemesiyle bu insanların kaderini çizmek hiç rahatsız etmedi onları...ne olacak canım...azıcık mizahtan kime zarar gelirdi...
işte böyle kızdım....tüm elitlere...üzerinde yükseldikleri koca bir insan yığınını bu kadar görmezden gelmelerine...fotoğraflarını çekip müzelerde sergilemelerine...binlerce liraya satıp pahalı içkilerle kokteyller yapmalarına...kızdım tabi ki...karnını kaşıyan adama gülenlere...sonra karnımı kaşıdım...neden ki dedim insanın karnı kaşınamaz mı??
yeni yılın ilk yazısında kızgın göründüm belki ama kızılmayacak durum değil...bir daha da gitmem diyesim geldi sonra bienale ama yine de gideceğim sanırım...öğrenci olduğum ve beleşe girebildiğim sürece...ama ezilenleri, ötekileri para makinasına çeviren sanat anlayışına para hiç bir zaman vermeyeceğim..bundan eminim....


http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2009/09/insan-neyle-olur.html
EXPRESS-enternasyonel şalala-aylık dergi

bir daha bir çağdaş sanat etkinliğine gitmeyeceğim...vol:1589....


contemporary istanbul 2010'da tarz yorulması yaşamak...
bir sanat avm'sine gittiğinden bir haber üç genç, birbirinin kopyası entellektüel insan imgelerinden bitkin düşer...mimar gibi görünmek mevhumuylan henüz başa çıkamamış olan ben bir de sanatçı gibi görünmekle karşılaşınca! ve sanırım biz hiç bir şey gibi görünemiyoruz, ki varoluşumuz görünmemek üzerinden kurgulanmıyor mu?!
yorgunluk acıktırır, çengelköy kahvaltısından kalan börekler yenir! ama çengelköy kahvaltsından kalma huzur bu sanatsal tüketim çılgığında tükenip gitmiştir, geri gelmez! heyhat!
kutu çöpe atılır, belgelenir. fotoğraf çekildiğini gören herkesin durup çöpü incelemessi?! şaka mısınız?! beyninizi evde mi bırakıyorsunuz insan içine çıkarken?! onca şeyi giyince ağır mı geliyor taşımak?!
yorgunluk yorgunluk yorgunluk...
bir daha bir çağdaş sanat etkinliğine gitmeyeceğim...vol:1589....
menekşe apartmanımız!!

pseudo-memur!


uyanılmaz...sabah sabah...pseudo-memur, kimlik okutmaca...evet benim, her sabah benim, yine benim, ama aslım yatakta uyuyor, çünkü bu saatte uyanılmaz! bütün gün ağaca bağlanmış bisiklet düşünülecek, ara sıra inilip bakılacak...koridorlarda koşulacak, bir çok şeyi unutabilir, her an masada uyuyakalabilir. zira bir suret, ara sıra iletişim kopabilir. zorlanıyor epeyce, ama çevresi de zorlanıyor illa ki. yok yok gerçekten şahsına münhasır bir durum söz konusu, alışamıyorum! üçüncü tekil şahıs ile birinci tekil şahıs arasındaki gel gitlerimi mazur görün, alışamıyor! zaten uzun sürebir yerde duramıyor! ve uyumaca...uyumaca...en iyi memur uyuyan memur...kaçacak yakında, üretimliyor, hiçbir şey üretilmiyor...
tüm çabalar rağmen aslı gibidir!!!