dolanmaca, belgelemece, ifşa etmece!

bıdı bıdı bıdı....

30 Ocak 2010 Cumartesi

ankara hikayeleri-1



Rengarenk Ulusta, kullanılamayanların bahçesinde bir çocuk.. Fotoğraf çektirmeye bu kadar hevesliyken, hayatın tedirginliği yüzüne yansımış çocuk..

diyar-ı bekr

Uçağın bir saatliğine mekan duygunu kaybettirmesine izin verdikten sonra, daha önce hiç gitmediğin bir yere gitmek, hele hele daha önce görmediğin için bulunduğun yeri yadırgamana neden olacak bir yere gitmek, ve bu şehir hakkında geçmişi bilip şu anını bilmemek, bilsen de geçmişini görememiş olmak gibi kafanda sallanıp duran düşüncelere kapılmak deneyimi ne denli etkiliyor sorusuna cevap vermeni zorlaştırıyor. Sadece ikinci defa gitmeyi beklemeni olanaklı kılıyor belki de..
Yapılan geziler, görülen binalar, çekilen fotoğraflar kiminle birlikte bu aktiviteleri yaptığına göre şekilleniyor.. Docomomo için yapılan gezi, benim gözümde farklı bölümlerden oluştu böylelikle. İlk kısımda Dicle Üniversitesi ayağı olan Docomomo sunuşları yer aldı. Yer aldı almasına da bu kadar farklı bir yere gelmişken bir salonda toplanıp farklı noktalardan gelen mimarlarla binaların resimlerine bakıp hikayelerini dinlemek pek olanaklı olamadı benim için.. İnsan bilmediği bir yerde hem de göresi çok yerler, binalar, önceden yaşanmışlıklar varken bilgisayardan çıkan resimler pek ilgisini çekemiyor. O bölüm benim adıma hatırlanmak için pek olanaklı değil. Zaten insan hatırladığı kadar anlatabiliyor.
İkinci bölüm Mardin gezisiydi.. Ee, insan diyarbakıra kadar gelmişken aradaki bir saati daha dolmuşla geçirmeye hemen hevesleniveriyor.. Aslında Mardin'i görmeyi zaten hep istemiştim. Geçirdiğim 4 saat sonuçta çok önemli veriler sağlamadı bende.. Dediğim gibi sanki diyarbakır, mardin için bir öngezi yaptım gibi.. Bu bana karşılaştırma olanağı sağladı ama, diyarbakırı daha iyi anlamamı, hatta farklılaştırmamı. Bu kadar yakınken birbirinden bu kadar farklı insanlar olduklarını en çok da.. Sonuçta, coğrafi yakınlık bir birlikteliği her zaman getiriyor gibiydi gözümde, ama öle değildi oralarda.. Mardin bir değişikti mesela.. Belki topografik özelliklerinden, belki de mimarisinden, ama insanlar da bir değişikti, bana göre.. Halbuki, beklediğim değişik şehir diyarbakırdı.. Birisi Kürt, birisi Arap çoğunlukta muhtemelen, evet farkedilebilirdi zaten sokakta konuşulan dillerle.. Arap daha uzakmış bana ki farklı gelmiş.. Ama bu farklılık bir ötekileştirme durumu değil, o kadar çok sevdim ki ordaki dil çokluğunu, oradaki sevimli atölye amcalarını, çocuklarını, o mutlu gözüken insanları.. Bir mutluluk vardı Mardin'de.. Sokakta bu kadar çok kadını bir arada gördüğümü hatırlamıyorum. Zaten eski bir camide güvenlik görevlisi olarak çalışan abi de aynısını söyledi, karımı bu şehire geldiğimden beri görmüyorum dedi.. İç rahat insanların, korku yok, gerginlik yok.. Ve bu mutluluk insanların yüzlerine yansımış..
Ya Diyarbakır? Duyduklarıma göre, eskiden çok gerginmiş oralar, insanlar sokaklarda bile dolaşmazmış bu kadar, hayatlarına yansımış gerginlik.. Şimdi ise, bu kadar rahat görmek oraları şaşırttı bizimkini, yaşanan açılımın bu kadar umut getirdiğini görmek.. Herkes umutlu, heyecanlı.. Tabii bir bıkkınlık var, taksi şoförü bir maçtan bahsederken bile bu kadar gerginlik olacaksa oynamasın diyarbakırspor diyordu.. İçi burkuluyor insanın, düşünmek bile istemiyor..
Kale dışını gezerken farklı şeyler hissettiriyor Diyarbakır, kale içini gezerken başka.. Burçlara çıkmak, o dümdüz ovayı görmek, hanlarda oturmak, üstünde hem Atatürkün hem "diğerlerinin" bulunduğu halıları görmek, taşıyla inşa edilmiş o simsiyah Diyarbakır bir değişik.. Hele Bienal'de izlediğin bir videonun yerine gitmek, gittiğin vakit de akşam ise, hava kararıyor ise daha bir başka.. Hissettiklerin, korkuların.. O cezaevi duvarında hayal ettiğin Foucault posteri, onu taşlayan çocuk, bir türkü çığıran çocuk.. olmamalarına rağmen ordaymış gibi gerilmek.. Tepesi açık olsa da restorasyon yapılıyor olsa da içine girip hava karanlıkken bir cezaevinde bulunmak.. Yaşanmış olabilecekleri kafanda canlandırmamaya gayretle hemen çıkıvermek.. O anı beyninden çıkarıp bir videoya kaydetme isteği.. Zaten kaydedilmeli ki, unutulmamalı.. O restorasyon alanı bile unutulmuş halbuki.. Oraları bekleyen çocuk, ya da adam mı demeliyim bilemedim, gelmiyorlar dedi aylardır, devam etmez böyle dedi.. Hep böyle yaparlar, yarım bırakırlar dedi.. Çok eskilerden bir de kilise vardı yakınında.. İşkencelerin bir kısmı da orada yapılırmış.. O yüksek, sessiz, insanın içini sıkan kilise.. Yaşananlar, deneyimler sadece akılda kalmıyor gibiydi.. Duvarlara, taşlara yansımıştı, içlerine sinmişti.. İşkence denmeden dahi, dinsel bir sembol olan kilisede insan sıkılmaya başlıyordu.. Evet, havanın kararması bir etkendi.. Ama oralar o havadan daha karanlıktı!
Fotoğraf dahi çekemedim, evet karanlık çıkacaktı çekseydim ama anılarımda değil o zaman hep karanlık kalacak gibi geldi..
Aydınlık fotoğraflarını buldum.. O fotoğrafları ben çekmediğimden mi, yoksa ne bienal videosunun ne de yaşanmışlıklara uymamasının mı etkisindendir bilemedim ama olmadı işte, ne zaman baksam benim gittiğim yer farklı gibi geldi..





Orduevinin yeri, polisin yeri.. Ne kadar önemsiz bizim için, ankarada istanbulda gezerken.. Ama bir Diyarbakırlı şehri gezdirirken bunları gösteriyor sana.. Burası Jitemdi diyor, bak burası da meydandaki orduevi..
Bir çay içelim mi diyorsun ve ardından o içimi çok zor olan çaydan yudumluyorsun birlikte.. Ama umut var.. En azından vardı.. Bundan bir iki ay öncesine kadar vardı..
Bir arkadaş edindim kendime.. Adı Roza..


Edit: Kelimeler benim için doğru araç değildir belki.. fotoğrafların invert hali bende yarattığı diyarbakır cezaevinin imajını daha iyi anlatabilir gibi..




Hangisi gerçek?



18 Ocak 2010 Pazartesi

inovatif.. sosyal.. ekolojik.. ?? (foto)




elimdeki verileri hala bir çerçevede toparlayamadım ama viyana toplu konut örneklerinden fotoğraf yükleyeceğimi söylemiştim istek üzerine.. biraz geç oldu kusuruma bakmayın.. hem domuz gribi oldum sanırım, hem de bir anda yoğunlaştım..
çok fazla fotoğraf yerine, kaliteli olanlardan koyuyorum..

17 Ocak 2010 Pazar

mimar tati!!!!




çok heyecanlandım, o kadar ki daha okumadan linkini vereyim dedim..
ne zamandır bahsediyorum jacques tati'den mon oncle dan..
www.mekanar.com sen çok yaşa.. demet dinçer sen de öyle..
çok şeyler yazamayacağım meraklıyım, okumam lazım.. ama şu aralar konut dersi bitimi bir kaç günlük sergi, panel, film gösterimi içeren bir projemiz var gibi.. eğer başarılı olursa mon oncle'ı izlemeye bekleriz efenm:)

okudum:)

"Genel olarak bakarsak; Mon Oncle, modern hayata getirilmiş en büyük ve aynı zamanda da en gülünç eleştirilerden biri. 1950li yıllarda Tati’nin gördüğü bu çerçevenin günümüzde ne kadar değişip değişmediği bence sorulması gereken önemli bir soru ve film, doğduğumuz bu hayatta kendimizi ve yaptığımız işi sorgulamamızı sağlıyor. Mimarlık, film boyunca eleştirilerin aktarılması için bir yol olarak görülse de, moderni modern yapan, kavramın yaşantıya taşınmasında ve yaşantının kavramsallaştırılmasında çok payı olan bir alan. Bu alanda boy gösteren, göstermeye çalışan insanlar olarak da Tati’nin çerçevesinden biraz dünyaya bakmakta fayda olacağı kanısındayım. Gelenekselci ya da modernci gibi –ci’li eklerden uzakta, tam da o noktadan duruma bakmak 50’lerde başarıldıysa, bugün neden olmasın?"

"bldg blog"



Yeni Mimar gazetesi ekim ayı sayfa dört:

Mimarlık teorisyeni Geoff Manaugh' un blogu hakkında 1,5 sayfa yazı varmış.. Blogu kitaplaştırmışlar.. içinde denemelerden tutun her konu ile ilgili materyal bulunuyormuş, çünkü kendisi her konunun mimarlığa bağlandığına inanıyormuş ve herkesin bu konuları farketmelerini sağlamak istiyormuş..

yani muş muş da muş olmasın da bakalım değil mi neler yapmış:)
sevgiler

inovatif.. sosyal.. ekolojik.. ??



Ankara Büyükşehir Belediyesi, çok büyük bir başarıya imza attı bence bu sefer.. Kızılay, Zafer Çarşı'sında bir sergi açtı.. öncelikle birleştirmeye çalıştığım resmin kalitesiz bir imaj yaratmasından ötürü özür diliyorum.. Ama sergi alanı ile ilgili bir çerçeve çizmek istedim.. Birincisi sergi alanı dediğimiz mekan, sadece boş bir salon.. İkincisi sergiler için kullanılıyor olabilir, ama nasıl oluyor da duvarlar düz beyaz olmak yerine parçalı ve renkli olabiliyor anlamadık.. Herneyse, ana konuya girelim..

Girdiğiniz zaman, yani fotoğrafa baktığınız zaman sol kısım Viyana'daki toplu konut örneklerine ayrılmış, ki 2008 Venedik Mimarlık Bienali'nde sergilenmiş, sol kısım ise TOKİ uygulamalarına ayrılmış..
Girdiğiniz zaman, yani fotoğrafa baktığınız zaman sol kısım Viyana'daki toplu konut örneklerine ayrılmış, ki 2008 Venedik Mimarlık Bienali'nde sergilenmiş, sol kısım ise TOKİ uygulamalarına ayrılmış..
Girdiğiniz zaman, yani fotoğrafa baktığınız zaman sol kısım Viyana'daki toplu konut örneklerine ayrılmış, ki 2008 Venedik Mimarlık Bienali'nde sergilenmiş, sol kısım ise TOKİ uygulamalarına ayrılmış..

Umarım yeterli vurguyu yapabilmişimdir..:)
Nasıl oluyor da böyle bir işe cesaret edebiliyorlar öyle değil mi? Gezerken beynimde sürekli yankılanan buydu..
Ne düşündüler acaba??

"Buyrun burda, dünya üzerinde insana verilen değeri gösteriyoruz, burda ise bizim size vermediğimiz..??"

Amaç muhtemelen sadece yapılan işin altına imza atmak, yeri geldiğinde neler yaptığını kocaman paftalara yazmak..


Çünkü mekansal aksaklıklardan ötürü, Viyana'dan gelen serginin şeffaf pleksiglasa basılmış olması, duvarda sergilenen paftaların okunmasını engelliyordu, orda burda gölgeler, ne yazılar anlaşılıyor ne de fotoğraflar net gözüküyordu.. Hadi bunları da bir kenara bırakalım, ingilizce olan açıklamaların yanında tercümesi yoktu, yani şöyle bir yanından bir şey anlamadan yürümek için asılmışlardı..
Bir tek farklı bir tasarımla yerde sergilenen projeler netti, onlarda da zaten açıklayıcı birşey olmadığından farklı farklı binaların resimleri dikkat çekebilirdi ancak..

Tabii, bir de TOKİ uygulamalarından seçmece yaparak ne kadar fazla farklılık olabilirse onlardan koymuşlardı, zaten topu topu kaç adet proje varsa, bir kaç tanesi de hastane vb projeleriydi.. Ve tabii ki bir masada Yenimahalle Toplu Konut Uygulaması Satış Duyurusu dağıtılıyordu..

Söylemeden edemeyeceğim.. Bütün sergiyi Ajda Pekkan ve Nilüfer şarkıları eşliğinde gezmeye mahkum edildik..

Viyana sergisi adına üzgünüm..