dolanmaca, belgelemece, ifşa etmece!
30 Ocak 2010 Cumartesi
ankara hikayeleri-1
Rengarenk Ulusta, kullanılamayanların bahçesinde bir çocuk.. Fotoğraf çektirmeye bu kadar hevesliyken, hayatın tedirginliği yüzüne yansımış çocuk..
diyar-ı bekr
18 Ocak 2010 Pazartesi
17 Ocak 2010 Pazar
mimar tati!!!!
çok heyecanlandım, o kadar ki daha okumadan linkini vereyim dedim..
"bldg blog"
Yeni Mimar gazetesi ekim ayı sayfa dört:
inovatif.. sosyal.. ekolojik.. ??
Ankara Büyükşehir Belediyesi, çok büyük bir başarıya imza attı bence bu sefer.. Kızılay, Zafer Çarşı'sında bir sergi açtı.. öncelikle birleştirmeye çalıştığım resmin kalitesiz bir imaj yaratmasından ötürü özür diliyorum.. Ama sergi alanı ile ilgili bir çerçeve çizmek istedim.. Birincisi sergi alanı dediğimiz mekan, sadece boş bir salon.. İkincisi sergiler için kullanılıyor olabilir, ama nasıl oluyor da duvarlar düz beyaz olmak yerine parçalı ve renkli olabiliyor anlamadık.. Herneyse, ana konuya girelim..
metafizik-diyalektik
Ankara'dan Büyükşehir Belediyesi bildiriyor..
Belki mekanar.com'un "Le Corbusier Paris'ten bildiriyor" köşesinden etkilenmiş olabilirim.. İki gündür Ankara sokaklarında çok dolaşıp, metronun elverdiği ilçeler arasındaki seyahat ederken, Büyükşehir Belediyesinin haftalık gazetesini değerlendirmeye karar verdim, ve aklıma ilk gelen köşe o oldu nitekim.. Tam bir sitemiz olmasa da şimdilik, ben de, köşede okunmayacak olsa da böyle bir yazı dizisi yapılabilir diye karar verdim..
toplandık..
Çevremiz, konut da dahil olmak üzere, seri olarak üretilmiş nesneler ile sarılı. Satın alınan, kullanılan her nesne kim tarafından, nasıl ve nerede kullanılacağı bilinmeden üretilmektedir. Kullanım öznesinden yoksun olan nesne aynı, çok ve standart olarak üretilmekte ve tüketime sunulmaktadır. Burada devreye en temel psikolojik insan ihtiyaçlarından biri olan anlam yaratma mekanizması girmektedir. Özne, seri olarak üretilmiş nesneler dünyasından konutunu, arabasını, koltuğunu, televizyonunu, ayakkabısını, diz üstü bilgisayarını, içeceğini vb. her nesneyi öngörülemeyecek bir şekilde seçip, kişisel anlam dünyasının mekanını yaratıyor; kendisini evinde hissedebilmek adına."
"create"
manipülasyon2..
"Flash Mob Nedir?
Dünyanın pek çok ülkesinde yapılan Flash Mob, katılımcıların daha önceden belirlemiş yer ve zamanda buluşup, yine önceden kararlaştırılan ve amacı sadece eğlenmek olan bir eylemi gerçekleştirdikten sonra dağılması esasına dayanır.
Flash Mob eylemlerinin hiç bir siyasi veya protest amacı olamaz"
İstanbul Flash Mobcuların sitesinden alınmıştır..
Şahsım adına pek bir keyfi bulunmuştur:)
manipülasyon..
flash mob cular olarak tanımlanan gruplar önemli gibi geldi bana.. ileriye dönük bir yazı bizim için bence.. hatta okuduktan sonra geçen dönem mekan algısını değiştirmek için yaptığımız sergi geldi aklıma.. merdiveni devam ediyormuş gibi tekrardan üretmiştik.. insanların daha yavaş inmelerini sağlamıştık.. hatta merdivende zaman geçirmelerini.. yani bir nevi yazıdaki şu piyano merdiven gibi.. tabii bizimki biraz daha ufak bir versiyonu olmuştu, nitekim yanında da çok manidar bir yürüyen merdivenimiz yoktu.. ama olsun hoştu:)
t-shirt
çatılara bak çatılaraaaa:)))
çatılara bak çatılara bak:)) biliyorum garip ama ilk defa galata kulesine çıktım...herkes manzaraya hayran...tamam manzara güzel güzel de ben çatıları gördüm bittim:)) aman tanrım dedim burada bambaşka bir dünya!!! çok az vakit vardı...aile gezdirmece malum:) ağzım açık çatılara baka baka gözüm arkada indim..dedim buraya gelip saatlerce durmalı burda,bütün çatılara tek tek bakmalı...hikayelerini tek tek zihne kazımalı...evet evet yeni uğraşım bu olsun dedim...çatı dünyası:))) şehrin hiç görülmedik bir katmanı...bir curcuna...muhteşem:)))
sarı sarılardı...tam yazılası....dayanamadım...:)))****
ulaşım ağı...hep alışageldiğimiz mekan tanımlarına oturmayan ama mekan olan bir mekan...ne konut, ne iş,ne kültürel ne sosyal aktivite...ama mekan mı?? mekan...günün önemli bir kısmını geçirdiğimiz...kenti algıladığımız yegane zamanın mekanı...
hareket etmek için içinde bulunduğumuz ama en sabit olduğumuz...
günün en kamusal anlarını geçirdiğimiz ama kişisel sınırlarımızın derdine en çok düştüğümüz...
nasıl bir mekan??? nasıl dinamikleri var???
farklı birmekansal kurgu??? arka koltuğun yerini bir boşluk alınca değir mi herşey???
insanlar otobüs mekanında nasıl konumlanıyor...mekansal tercihlerinin belirli bir örüntüsü var mı....
iletişim anları ve mekansal örüntütler hangi noktalarda nasıl ilişkileniyor...mekansal tercihlerden aslında bu mekanın potansiyellerini okuyabilir miyiz?? ve bir katalizör....bu potansiyeli açığa çıkarabilir mi??? buranın gerçek bir mekan olduğunu...barındırdığı kamusal potansiyeli...bize deşifre edebilir mi???
belki de herkes bir fırsat bekliyor...kendini ifade etmek...o mekandaki zorunlu varoluşunu anlamlandırmak...bir sarı kağıt, bir kalem... bunlar bile yeterdi varolanı ortaya çıkarmaya...ki...yetti....:)))
arkamda bıraktığım istanbul...
arkamda bıraktığım istanbul...seni bu hızla algılamak da başka...akıp giden ışıklar,yollar,binalar...bir var olan bir olmayan silüetler...gördüğün kim?? seni gören kim??? otobüsün camında bir istanbul...bir sürü istanbul..bir adam..kimse kim...bir adam işte! sadece istanbulda hareket eden iki nesne...kameralı kız ve ne idüğü belirsiz bir adam...kim bakıyor??? kim izliyor...kim algılıyor...
istediğiniz bir şarkıyı açın...izlerken belki de bir sürü kere geçtiğiniz bir yol...ben her sabah, her akşam geçtim de...o hayalet neredeydi??? kayan ışıklar...çerçeveye dahil olan ve bir anda kaybolan binalar...ağaçlar..,insanlar...
size istanbulu anlatmanın belki de en güzel yolu...aynen böyle işte...hareket halinde...gözün neyi yakalarsa...o an kameranın önünden ne geçerse...adam mı? hayalet mi?? bina mı,ağaç mı??? o anlık...düşünün şimdi..ve bir albüm yapın kafanızda...fotoğraflar, parça parça...hepsi bir istanbul...sonra montaj...oynatın arka arkaya...işte o çıkan sizin istanbulunuz...benimki de hiç benzemeyen ya da başkasına...sadece sizin...
vale park hotel...hiç fena değil,ha? ispark motel...eh işte...
işte sana yaratıcı metropol:))) hep derdim...yemekle mutfak, muhabbetle misafir odası, uyumakla yatak...bunlar kent insanı için zorunlu bağlantılar değil...dışarda ye, sokakta otur, otobüste uyu...herşey mübah şu metropo dediğinde canım...ama bu amca beni şaşırttı doğrusu:)))
amcam çengelköye atmış yatağı desem abartmış olmam...çekmiş "vale park alanı" na, vermiş otel parasını, ohhh mis!!!! ya işte yaratıcılık diye buna derim...otoparktasın bi de, paranı vermişsin...başında bekleyen de var...için rahat:))) vale hotel:)))
çok beğendim...bir gün arabam olursa ispark ispark gezip uyumazsam ne olayım:))))
...lütfen kaputtaki ayağa dikkat:))))
çevre fotosu veremedim ama ekleyeceğim...baya baya ortalık yahu:)))
nou sommes déplacé...alles...terkedilmiş koltukları çeken kızdan terkedilmiş şemsiyeleri çeken çocuğa sevgilerle....*
ama biz hiç ait olmamışız ki...yırtılmış yenisini almışız...bir zamanlar "mülkiyetimizmiş"..bizi onca yağmurdan korumuş, bize emek vermiş...ama biz ilk hatasında terketmişiz...çöp etmişiz "benim" dediğimizi...aynen biraz daha kazanınca eski "evimizi" yeni "konutumuza" değiştiğimiz gibi...o mekanın bize ait izlerinden kopuvermişiz bir anda..ne için? belki de sadece "rezidans" diye mi??? tüm anılarımıza sırtımızı dönmüşüz...neden boyası mı dökülmüş...tesisatı mı eskimiş..yenilenemez miymiş?? kumaşı mı yırtılmış, demirinden mi çıkmış...takamaz mıymışız??
sokak kenarında kalmış şemsiyeler...kırık dökük...neler biliyor...neler yaşamış...bir bu kız mı merak etmiş hikayelerini, konuşup sormak istemiş...düşünmüş ne kadar hüzünlüler diye...
je suis déplacé....
yersiz..yurtsuz...öylece durmak...aidiyetsiz...biraz da tuhaf belki...eğreti duran...heryere dahil oabilen ama hiçbir yere ait olmayan...olmaması gereken bir yerde belki...oturma odasından kopmuş...sokağın ortasına atılmış...oturulmamış da çöp atılmış...yerini yurdunu unutmuş...yakışmamış...belki de her geçen burun kıvırmış...ama artık oturma odasına da alınmazmış...kim istermiş ki bu yerini şaşmış,kendini bilmezi tekrar eski yerine...savrulup gitmiş...artık burada olsa ne farkedermiş...başka sokakta olsa ne?? her türlü hayatı "deplasman"da yaşanacakmış artık...aynı bienaldeki nar taneleri gibi...yerine geri sokulamayacak...
her yer aynı..her yer deplasman...evet evet diyorum ya "je suis déplacé"...
yersiz,yurtsuz...öylece savrulmaca...
istanbul modernin bizi her daim ağzı açık bırakan "kitap-tavan"ı
saçmalıkları nereye gönderdin eyy akıllı,mantıklı modern kent!!!
kamusalı yeniden düşünmek:kırmızı göksel kent peyzajı-koydum ben adını-
şemsiye kent, nasıl olsa ki???
bir kütle, bir hacim...
bir garip farkındalık...mekanın, kendimin...o telaşın içinde kaybettiğim, savrulup gitmesine göz yumduğum varlığımı tekrar farketmek...bilmem nasıl anlatılır ki? kendini kütlesi,hacmi,eylemsizliği olan bir varlık olarak farletmek şeklinde bir farkındalık...çok tuhaf...rahatsız edici,tekinsiz bir his...
ve bugün...hayatın ritminin yavaşlayıp varlığı acımasızca gözlerimin önüne sermesinden hoşlanmıyorum....evden yine geç çıkıyorum, koşa koşa gidiyorum işe...aklımda sadece acaba bugün kızacaklar mı??? evet bu daha güzel...
ve şimdi anlıyorum...son dakika insanı ben..sevmiyorum sindire sindire yaşamayı...apar topar olsun, çaktırmadan geçsin...öyle sıkış pıkış olsun ki beni öyle bırakıver misin metrobüsün ortasında bir kütle, bir hacim..